“Büyük Resif”i göreceksek turist kalabalığında görmeyelim, gece konaklamalı organizasyonla resifin dış çeperine gitmemizi sağlayan bir tura katılalım dedik.
Sabah erkenden kalktık, eşyalarımızı zaten akşamdan ayrıştırmış ve tek çantada gerekleri toplamıştık. Otelde seri bir kahvaltı ettik, ayırdığımız çanta hariç bavullarımızı emanet ettik resepsiyona. Teknenin önerdiği fotoğrafçı geldi elinde talep ettiğimiz su geçirmez kamera ile. Incık cıncık her şeyini anlatıp teslim etti ürünü; 2 günlük kirası 64aud olan su geçirmez kılıf içerisinde 18x zumlu 4gb hafızalı turist fotoğraf makinesi.
Çok heyecanlıydık bu konaklamalı dalış turu için, 7:30’da teknemiz Rum Runner’a ulaştığımızda tekneye varan son kişiler olduğumuzu fark ettik. Dünyanın en büyük canlısı, uzaydan da görülebilen büyük resife gidiş için en doğru yer Cairns olduğu için buraya geldik. Bizim dalış sertifikalarımız yok, ağırlıklı olarak şnorkel yapacağız. Bunu sağlayan günübirlik turlarda var ama bunlar resifin dış kesimine gitmiyor. Biz daha bakir olacağı ümidiyle dış resife gitmek istedik, konaklamalı seçeneklere baktık. Bir yöntem, dış resifte bekleyen katamaran tekneler var. Sizi hızlı araçlarla o tekneye götürüyorlar, oldukça lüks odalarda konaklayıp resiflerde yüzüp, dalıp sizi getiren tekne ile geri dönüyorsunuz. Diğer yöntem ise Cairns’den direk giden tekneler, bunlar daha az konforlu oluyorlar, doğal olarak daha ucuz. Her ikisinde de size özel banyo falan yok.
Bizim seçtiğimiz en ucuzuydu ve 2 kişi 660aud ödedik. Tekneye varınca hemen buyur ettiler, çift olarak geldiğimiz için bize ayırdıkları özel kamaramızı gösterdiler. Resimde görüldüğü gibi tam olarak yatağa sahip değil, çanta gibi şeyleri koyacak ayrı bir yer falan yok, son derece havasız ve sıcak, kendine bile faydası zor olan bir pervane ile havalandırılmaya çalışılıyor. Teknenin sayfasında da birkaç kez uyarıyorlar aslında sizi, lüks arıyorsanız başka gemiye şeklinde. Gece uyuyamayacağımız idrak edip, eşyaları bırakıp güverteye çıktık.
Güvertede hoş geldin brifingi verildi. Teknede 2 tuvalet varmış, içerisinde ayna da olanı bayanlara ayırmışlar ama boş olanı kullanabilirmişiz. Günde bir kere duş almamıza yetebilecek su varmış, o da seri duş alırsak. Kamaralara inerken merdivenden mutlaka geri geri inmeliymişiz. Teknede gerçekleşebilecek kazalar konusuna özellikle dikkat çektiler, kırık bir kolla Cairns’e saatler sürecek bir yolculuk yapmak çok sancılı olacaktır diye. Yemek saatleri, personelin yemek sırası gibi konularda bilgilendirildik ve yola çıktık.
Şanssızlık hava son derece kötü, kapalı, rüzgarlı, dalgalı, yağmurlu. 4 saate yakın süren yolculuğun başlarında dalışçılara dalış hocası, biz şnorkelcilere kaptan ayrıca brifing verdiler. 13 yolcunun 8’i dalışçı, 5 kişi şnorkelciyiz, kaptan, aşçı ve 2 dalış hocası, yani 20 metre teknede 17 kişiyiz. En önemli kuralımız resiflere kesinlikle basmamak, tekrar suya girmemize izin vermezmiş. Ekipman kullanımında hediye durumundaki keşif dalışının temellerine kadar birçok bilgi aktardı kaptan.
Açıklara gidildikçe elbette yolculuk şartları daha da zorlaştı. Kısaca büyük çoğunluk midesine mukayyet olabildi diyeyim. Ben sıkıntı yaşamadım, eşim biraz zorlandı ama hedefe vardığımızda hareketli havanın içerisinden geçip durağan havaya varmıştık. Kötü hava Cairns’e doğru gidiyordu ve rüzgarını götürmesi yeterliydi, yağmur yağmasını zaten denizdeyken, hele ki denizin altını izlerken neredeyse hiç fark etmiyorsunuz.
Saat 11 gibi resiflerde ilk şnorkel tecrübemize hazırlanıyorduk. Teknedeki ekipmanlar oldukça eski ve yıpranmış, tüm vücudu kaplayan dalış kıyafetini girmek zorlayıcı. Hem hava çok sıcak olmadığı için hem de açıkta olduğumuz için suyun soğuk olacağını düşünmüştük, kaptan 24 derecedir su dediğinde inanmadık. Hala da sanmıyorum 24 olduğunu ama yakın bir değerdir. Hava sıcak olsa girdiğinizde pek de serinletmeyecek sıcaklıktaki deniz aynı zamanda son derece az tuzlu. Kıyafet size hem yüzeyde kalma konusunda yardımcı, hem de daha uzun süre dolaşabilmenizi sağlıyor.
Evdeki bir iki tak çıkar denemesi harici benim ilk lens tecrübem, suya girmeden hemen önce taktım. Hayatımda ilk kez su altı bu kadar zengin bir yerde yüzecektim ve ilk kez çevreyi bulanık değil net görüyordum. Heyecan içerisinde karı koca olarak tedirgin tedirgin dolaştık. İrili ufaklı, renkli renkli birçok balık gördük, kameraya ısındık. Daha önce Küba’da ve Tanzanya’da resiflerde yüzme şansımız olmuştu, burada çok daha fazlasını göreceğimizi umuyordum ama çok da farklı değildi, yağmur da hafiften devam ediyordu. Çıkışta maskeyi çıkarıp bir dalıp çıkayım dedim. Lense dikkat etmem gerekiyormuş, her ikisini de kaybettim. Neyse ki eşim öngörülü, birkaç yedek getirmiş.
Dönüşte öğle yemeği vaktiydi. Yolculuk başlangıcında ufak tostlar vermişlerdi ve gayet lezzetlilerdi, öğlen sunulan pizza, söğüş et ve salata da oldukça başarılıydı. Yemek sonrası keşif dalışlarının vaktiydi, kaptan ve dalış hocaları başımızda, beni ve aşırı heyecanlı eşimi sona ayırdılar. Dalış öncesi mutlaka maskeniz su ile dolarsa nasıl boşaltacağınızı göstermenizi istiyorlar, bir de suyun altında regülatörü ağzınızdan çıkarıp geri takarken ne yapacağınızı (nefes tutmak yok, hafifçe nefes vermeye devam, takarken de önce içerisindeki suyu dışarı üflemelisiniz).
Teknenin önündeki çapa ipine tutunarak birer birer aşağı indirdiler yeni yetmeleri, o dakikaya kadar heyecanını yenemeyen eşim ise dalışı pas geçmeye karar verdi. 3lü ve 2li olarak ayırmışlardı grubu, eşim vazgeçince dalış tanıtımında son kişi olarak kaptandan özel eğitim alır durumda oldum. Halen belge alacak bir kursa katılmadım ama ondan fazla tüple dalış yaptım. Haliyle neredeyse tecrübesiz bir gerçek dalgıç kadar rahattım su altında, kaptan da zaten fotoğraf makinem ile dolaşmama izin verdi. O önde, ben arkada yarım saat kadar dolaştık. Bir kaç saat önceki kötü hava nedeniyle görüş mesafesi çok fazla değildi.
Tekne ikinci durağa gitti. Gece de konaklayacağımız yerin koordinatlarını not ettim (16”48.700S-146o10.733E’de). Hemen suya girdik elbette. Açıkçası kıyafetleri giyip çıkartmak bile çok efor gerektiriyor. Yüzmeyi bir kenara koyun, günde 4 kere bunları giyip çıkararak bile yoruluyorsunuz. Eşim önce katılmadı bana ama sanırım hem görüş mesafesi giderek arttığı için hem de burası daha renkli olduğu için çok daha keyifliydi. Dev kaplumbağa çok hızlı olduğu için yakalayamadım ama özellikle o benekli köpekbalığını gördükten sonra karımı da almaya karar verdim. Dönüp yeterince dinlenmiş olduğunu, onca yol gelip yorgunum, hava serin gibi bahaneler sunmanın kabul edilemez olduğunu söyledim. Benim boyutumda midyeler ve parlak mavi denizyıldızları onu da tavlamaya yetti. Eşime göstermeye çalışırken ise bir dev maori dudaklıyı kaçırdım, pek yakında değildi, doğal olarak süratli de hareket ediyordu. Yaklaşamadım balığa ama anladığım kadarıyla benim boyumdaydı. Küba ve Tanzanya’dan pek de farklı değil şeklindeki ilk izlenimimin gün bitmeden yerle bir olduğunu belirtmeliyim.
Aşçımız çok çok iyi olduğunu özellikle akşam gösterdi. Biz de çok açtık muhakkak ama her öğün son derece lezzetliydi. Daracık mutfakta yaptığı fırında kuzu kol akşamın kralıydı ama tavuk kanat da son derece lezzetliydi, onlara pilav ve salata eşlik etti. Teknede elbette pek masa yok. Yemekler içerideki masanın üzerine konuyor, herkes alacağını tabağına alıp güvertede bir yerlere oturuyor, elinde tabak karnını doyuruyor. Aslında açık büfe ama kaptan tamam demeden ikinci tabağı almaya gitmek yasak, personel bizden sonra uğruyor büfeye, onların aç kalmaması garanti edilince bizim insanlıktan çıkmamıza izin veriliyor.
Tüple dalış yapanların bir de gece dalışı vardı. Yemekten biraz da kısa süre sonra onlara fenerleri dağıtıldı ve dalışa gittiler. Şnorkelcilerin gece denize girmesine izin vermiyorlar, nedenini pek anlamadım ama takat da kalmamıştı, insanlar dalıştan dönerken henüz çok erken bir saat olmasına rağmen gözlerimiz kapanmaya başlamıştı. İlk gördüğümde “ne yapalım, bir gece de uyumayı veririz” dediğim sıcak ve havasız kompartmanda adeta ölü gibi uyuduk.
Ertesi sabah 6:30’da tekne içerisinde yaşamın da hareketlenmesi ile biz de uyandık, üstelik güneşli ve sakin bir güne. Suyu kaynatmışlar, hemen kendimize birer kahve hazırladık. Kahvelerimizi içip kendimize gelince de hemen deniz kıyafetlerimizle mücadeleye başladık. Bu sefer turumuz daha da şanslı başladı, son derece sakin, usul usul ilerleyen bir kaplumbağayla. Biz rengarenk resiflere, balıklara bakınarak giderken bir de köpekbalığı çıktı karşımıza, camgöz. Yüzüşler boyunca elimi bırakmayan, tedirginliğini atamayan eşim elimi bırakıp kopek balığına doğru seri şekilde gitmeye başladı, ama fotoğraf çekebileceğim kadar aynı karede kalamadı, balık hızlı.
Tekneye döndüğümüzde kahvaltı hazırdı. Yağda çırpılmış yumurta, makarna ve pancake ile karnımızı doyurduk. Turumuza bir tanıtım dalışı dahildi ancak tadı damağında kaldığı için ikincisine talip oldum. Benim gibi bunu isteyen 3 arkadaşla birlikte kaptanın peşine takıldık. Dalış esnasında resiflerin aralarındaki vadilerden geçebiliyorsunuz ve bu son derece keyifli. Su altında sabit kalabildiğiniz için resiflere oldukça yakından inceleyerek bakabilmek de çok güzel. Çok daha yakın olabiliyorsunuz. Dalışta suyun altında ne kadar sakin olursanız tüpünüz o kadar uzun süre sizi idare eder, 4 kişilik gruptan 2 kişiyi havalarımızı ara ara kontrol eden kaptan ara yerlerde dışarı çıkardı. Grubun kaçı köpek balığını, kaçı dev balıklardan birinin yavrusunu görebildi bilemiyorum ama Nemo’yu sadece sona kalan 2 kişi gördük. Kaptan saklandığı yeri biliyormuş, bizi kendisiyle tanıştırdı.
Dalışın bazı dezavantajları var elbette, ilk başta derine indikçe ışık azalıyor, bu da görüş kalitesini etkiliyor. Birbirinin aynısı olduğuna yemin edebileceğim 2 resif, derindeki gri idi, yüzeydeki parlak mavi. Ayrıca resiflerin arasındaki vadilerde ilerlediğiniz için geniş bir görüş açısı olmuyor, o vadinin içerisindeki canlıları görüyorsunuz. Ayrıca hayat ve balıklar resiflerde, resiflerin de güneş alan üst bölümleri daha canlı, şnorkelle gezerken tüple dalışta gördüğümden daha çok balık gördüm. Bu biraz da şans işi aslında ama ben kaplumbağa, köpekbalığı, maori dudak görmüşken tamamen tüplü dalış yapan ekibin bunları görememesini bu farklara bağlıyorum.
Biraz ekipten de bahsetmeliyim. 13 yolcu arasında anne-kız bir ikili vardı, o anneden sonra en yaşlı kişi bendim 35 yaşımla. Ekibin çoğunluğu gezgin insanlardı, gezginler için en uygun işler nelerdir gibi sohbetler dönüyordu teknede. Bir kişi Avustralya’dandı, gerisi Avrupa’da.n Bir ara yemek yerken teknenin öbür tarafından “Is ‘afilet olsun’ in Norwegian?” (‘Afilet olsun’ Norveççe miydi?) diye bir şey duyduk ama emin olamadık, kulak kabarttık. Sorunun Muhatabı Norveçli anlamadığını söyledi, bu sefer üstelik hatasız olarak “Is ‘afiyet olsun’ Norwegian?” sorusu geldi. Michael bir karavanla 3 ay boyunca Türkiye’yi gezmiş. Uzunca bir süreyi Çıralı’da geçirmiş, köylülerin otel inşaatına karşı yaptıkları eyleme Jandarma müdahale etmiştim, ben hiç böyle bir olaya tanık olmamıştım dedi. Arkadaşı Jan ile birlikte sokaklarda müzik yaparak geçiniyor ve geziyorlar, onlar da bizler gibi 1 yıllık vize almış, 1 yıl boyunca buralarda para kazanıp gezeceklermiş.
Dalış sonrası elbette tekrar şnorkellerle denize döndük. Vardığımız her noktada, özellikle dalış yapanlar için ortamın su altı haritası tahtaya çiziliyor ve güzergah planları yapılıyor. Bizlere de daha sığ konumda olan bölgeleri gösteriyorlar ama salında bizim olay son derece kolay. Tekneden denize bakınca en yeşile yakın renkteki bölgeler en sığ alanlar, zaten toprak ya da kaya bulacak halimiz yok, hepsi resif.
Görmeyi en arzu ettiğimiz balık olan maori dudaklıyı nihayet ancak bu son deniz keyfinde yakaladık. Bunlar dev balıklar, gördüğümüz yaklaşık olarak benim üst gövdem boyutunda, herhalde ancak çocuk olarak kabul edilebilir çünkü boyları 2 metreye yaklaşabiliyor bu insan dudaklı balıkların, enleri ise 1 metre kadar oluyor.
Her yemek gibi son derece lezzetli makarna çeşitleri ve salatadan oluşan öğle yemeği sonrası dönüş yolculuğu başladı. Kahve faslından sonra kaptan hepimizden eşyalarımızı toplayıp güverteye getirmemizi istedi. Aşçı ve dalış hocaları temizliğe girişti. Limana varıldığında herkesin tez vakit eve varabilmesini istiyor kaptan.
Rüya gibi geçen turun akşamında Michael ve Jan’ı bir sokağın köşesinde yakaladık, bir de sürpriz konuk olarak bir saksafoncu vardı yanlarında. Jan sadece gitar çalıyordu, Michael hem söylüyor, hem etrafa takılıyor, hem de trombondan vurmalı çalgılara çeşitli enstrümanlar çalıyor. İzledik bir miktar, programı bitirdiler. Michael aslında çok daha enerjik olduğunu ama dalışların kendisini çok yorduğunu o nedenle bugün erken bitirdikleri söyledi. Bir CD’lerini aldık, zarfını imzalayıp “thank you very much, teperim geri kaç” diyerek uzattı.
Kaynak: Gezmek Güzel