Strasbourglu’lar göçmen kuşları kent sakini olarak kabul etmişler ve binalarının çatılarında onlara özel odalar yapmışlardır.
Her yıl sonbaharın yaklaşması ile, kuzey yarımküredeki yüzbinlerce kuş, sertleşmeye başlayan rüzgarlardan, yüzü kara dönük yağmurlardan ve gelecek yiyecek sıkıntısından kaçmak için, kuzeydeki ikametlerini terk edip, güneye, yazın başladığı sıcak ülkelere, yeni evler bulacakları coğrafyalara göç ederler. Ayrılmakta zorlandıkları bir şehir varsa, bu Strasbourg olmalıdır.
Almanya’nın Kara Ormanlarının bitiminde, iki ülkeyi birbirinden ayıran Ren Nehri’nin geniş sulak vadisinde, birbiri ardına sıralanmış bağlar ve şarap kokulu bahçeler arasında, kuşlar için bolluğa açılan bir kapıdır, Strasbourg.
Ren Nehri’nin geçtiği, Fransa’nın Bas-Rhin departmanının Alsace bölgesi boyunca Mulhouse’a kadar hakim olan, bölgenin adı ile ünlenmiş şarapları üreten bağlar arasındaki bereketli topraklar, kırlangıçların, turnaların, sığırcıkların, leyleklerin ve binlerce başka göçmen kuşun, güneye inen uzun ve zorlu yol öncesi, bir dem mola yeridir. Bu bölge içerisinde, Ren Nehri’nin kolu L’İll ile çepeçevre bir ada olarak sarılmış tarihi şehir merkezinde kendilerine sunulan incelik, Strasbourg’u kuşlar için özel kılmaktadır.
Strasbourg’lular farklı bir misafirperverlik gösterip, göçmen kuşları kent sakini olarak kabul etmişler ve 16.yy dan beri yaptıkları binalarda onlara da özel odalar ayırmışlardır. Kar birikmesini önlemek amacı ile dik ve yüksek yapılan çatılardaki kat pencerelerinin yanına, küçük kuş yuvaları inşaa edilerek, damlar, yaşayan bir mekana dönüştürülmüş, birer kuş ikametgahı yaratılmıştır.
Strasbourg’un gri tonlu pembe sarı taş binalarında ya da cepheleri ahşap kaidelerle bezeli, siyah beyaz evlerinin, yosunlaşmaya yüz tutmuş çatılarında, kuş komşularına konaklama imkanı sunan şehir halkı, göçmen kuşların simgeleşmiş figürü leyleği, şehrin sembolü olarak onurlandırmış, bölgeye özel el ürünlerinde ve sırlı seramik mutfak gereçlerinde turistik bir ikon gibi kullanarak, kuşların şehir yaşamında önemli bir yere sahip olduklarını ayrıca vurgulamışlardır.
Her sonbahar, kuş komşularını yolcu etmenin hüznünü, kendi kimliği ile bütünleştirmiş bir şehirdir Strasbourg. Şehrin kalbi olan tarihi yerleşimin yer aldığı Grande ile adası ile modern şehrin genişlediği yerleşim alanlarını birleştiren L’İll nehri üzerindeki sayısız köprüden, dingin akan sularda, vedalaşmanın yansımalarını görmek mümkündür. Binaların boşalan çatılarının ve soluk benizli cephelerinin belli belirsiz siluetleri, birbiri ardına geçen kuş sürülerinin hafif karaltılarına karışarak, bulanık sularda silik bir iz bırakıp, şehrin durağan temposu ile ahenkli, yazın gelecek coşkuyu beklercesine acelesizce akıp gider.
Strasbourg’un yaşadığı tek hüzün, her sonbahar, yılın dörtte üçünü şehrin çatılarında geçiren Kuşlara veda etmek değildir. Şehrin 14.yy.da ilk kurulduğu yer olan Petite France’da, L’İll Nehri’nin sularını kontrol etmek amacı ile yapılmış, bugün Modern Sanatlar Müzesi’ne ev sahipliği yapan Barage Vauban üzerindeki Ponts Couverts köprüsünde, şehrin yaşadığı başka kayıpları, acıları, kavuşmasız vedalaşmaları hissetmek mümkündür. Savunma hattı oluşturmak amacı ile yapılmış kulelerin üzerindeki kurşun delikleri, Almanya ve Fransa arasındaki sınır savaşlarında, şehrin tarihte yaşadığı acıların dokunulabilir kanıtlarıdır adeta.
Şehir gelişim sürecinde Alman sınırlarında iken, Gutenberg’in matbaayı burada icat etmesine sahne olmuş, Fransız Devrimi ile, 19.yy.ın ikinci yarısına kadar Fransız egemenliğine girmiş, Fransız Ulusal Marşı ‘’La Marseillaise’’ Strasbourg’da yazılmış ve koyu bir Fransız kültürünün etkisi hüküm sürmüş ancak, Bismarc’ın orduları tarafından I.Dünya Savaşı’na kadar tekrar Alman sınırlarına dahil edilerek, Alsace-Loren departmanının başkenti yapılmıştır. I.Dünya Savaşı ile önemli yıkımlara sahne olan Strasbourg, savaşın bitiminde nihai olarak Fransız topraklarında kalmıştır. Şehir çektiği sıkıntıların onuruna, II.Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’nın başkenti olarak kabul edilerek, Avrupa Konseyi ve Avrupa Parlamentosu burada kurulmuştur. Bugün Strasbourg, bir ülkenin başkenti olmadığı halde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi dahil olmak üzere, uluslararası pek çok kuruluş ve organizasyona ev sahipliği yapan önemli şehirlerden biridir.
Şehrin yaşadığı savaşlar ve kayıplarla şekillenen karakteri, taşıdığı ağır sıfatlarla olgun bir kimlik kazanmış, iki kültür arasında yaşanan el değiştirmeler de, şehrin kendine özgü mutfağının, mimarisinin ve çift kültürlü yapılanmasının temellerini oluşturmuştur.
Tarihi şehir merkezi, dar sokakları, ahşap bezeli evleri ile Petite France Bölgesinde ve Notre Dame Katedraline açılan sokaklarda ortaçağın izlerini taşımakta, bugün üç müzeye ev sahipliği yapan Palais Rohan ve Eski Gümrük binası gibi anıtsal yapılarda ise Alman Rönesansının izleri açıkça görülebilmektedir. Ahşap kiriş ve kaidelerle süslü binaların, ahşap söveler ve ahşap doğramalarla çevrili pencere önlerine sıralanmış mevsim çiçekleri, şehrin yüreğinde taşıdığı acıların solgunlaştırdığı çehresine inat, hayatın sürekliliğini haykırırcasına, neşeli bir canlılığın renkleridir. Petite France bölgesinin en iyi korunmuş yapılarından biri olan ‘’Maison des Tanneurs’’ başta olmak üzere, Strasbourg’un ilk sakinlerinin deri imalatı yaptıkları, 16.yy.dan kalma bu göz alıcı evlerin çoğu, bugün bölgeye özgü mutfağın sunulduğu restoranlar veya ortaçağ ruhunu solumak isteyenlerin tercih edeceği oteller olarak kullanılmaktadır.
Ill Nehri boyunca ve katedral meydanına açılan sokaklarda, ahşap bezeli özgün mimari karakterdeki yapılar sıklıkla yer alır. 1988 de Unesco Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınan Petite France bölgesinden, tarihi adanın kalbi olan Katedral Meydanı’na doğru ilerledikçe, özgün sanat ve tasarım atölyelerinin arasından, Avrupanın en görkemlilerinden olan Roma ve Gotik dönemlere ait katedral, kızıl kahve kumtaşından yapılmış görkemli mimarisi ve sivri kuleleri ile kendini gösterir. 20.yy a kadar, uzun yıllar boyunca, en yüksek mimariye sahip dini yapı olarak kalması ve önündeki meydanda kurulan geniş Noel pazarı nedeni ile, Strasbourg’un ’’ Noel’in başkenti ‘’ olarak anılmasının sebebidir, Notre Dame Catedrale de Strasbourg. İçinde yer alan, İsviçreli saatçilerin 1547 yılında yaptığı, gökyüzündeki yıldızların ve ayın duruşunu ölçen astronomi saati de, katedralin kendisi kadar görülmeye değer bir sanat ve deha ürünüdür.
Büyük çoğunluğu, 16.yy ile 18.yy arasında yapılmış ahşap bezeli, çatılarında kuş odaları bulunan yapılar ile çevrelenmiş Katedral Meydanı’nda, cephesi ve küçük vitraylı camları ile, eski bir bankerin evi olan, Maison de Kammerzel, Katedral ile yarışır zenginlikteki ahşap süslemeleri ile dikkat çeker. Yağlı kaz ciğeri ve ‘’choucroute’’adı verilen Alsace bölgesine özgü lahana yemeğinin en iyi tadımlarının yapılabileceği tarihi bir restoran olarak hizmet veren yapı, dik ve kendinden emin duruşu ile, her yılbaşı Avrupanın en yüksek çam ağacının dikildiği Kleber Meydanı ve Rohan Sarayının bulunduğu, bugün gezinti teknelerinin kalktığı eski liman olan Marche aux Poissons Meydanı’na kadar olan alışveriş bölgesinin mutlak hakimidir.
Artık odalarında, şık çatal kaşık sesleri arasında Alsace şaraplarının tadıldığı Maison de Kammerzel, bir Alsace’lı gibi yaşamayı çoktan unutmuş, çatısından göz attığı, İll nehrinin karşısı Quai St.Nicolas’da, eski bir Alsace evinde kurulmuş olan Müze Alsacien’e, gündelik yaşama dair anılarını devretmiştir. Odalar, mobilyalar, eşyalar, kostümler, 18. ve 19.yy larda, Alsace kırsalında, bağlarında yaşanmış hayatların geride bıraktıklarını, gelenekleri, inançları, alışkanlıkları anlatır. Ve bu evde ipuçlarını yakaladığımız geçmiş yaşamlarda sayısız defa yapılan hazırlıklar gibi, kuşlar da her yıl, kış mevsiminin habercisi sonbaharın izlerini sürmeyi bilirler.
Gündüzler kısalıp, geceler uzamaya başlayınca, güneş daha az ısı ve ışık verip, serin, yağmurlu ve rüzgarlı günlerin sayısı artınca, şehrin kalbindeki çatılarda yaşayan kuşlar, şehir etrafındaki sayısız park ve ormanlarda yaşayan hemcinsleri ile buluşup, Baraj Vauban yanındaki Citadelle parkında kalenin kalıntıları arasında son yemlerini atıştırıp, Orangeri parkında İmparatoriçe Josephine onuruna yapılmış pavillonda, kuğularla süslü kaskatlı çeşmelerden son sularını içip, V şeklinde sıralarını hizalayarak birbirleri ardından, Strasbourg’a veda edip giderler…
Kaynak: Cocuklageziyorum