“Kolombiya’da mıyız, yoksa Küba’da mı?” Havaalanından otele gitmek için bindiğimiz takside şehri izlerken Alexandra’yla birbirimize sorduğumuz ilk soruydu bu.
İnsanları farklı bir kere, fazla koyu tenliler, daha önce bulunduğumuz yerlerdeki Kolombiyalılar’a benzediklerini söylemek çok güç. Sokakları deseniz rengarenk iki katlı evlerle kaplı. Her köşebaşından yayılan salsa müzikleri, günün erken saatlerinde sandalyelerine kurulmuş ve ellerinde rom şişeleriyle siesta yapan güleryüzlü insanları, gün boyu eksik olmayan yakıcı güneşi ile buram buram Karayipler havası yayılıyor ülkenin sahil kenti Cartagena’dan. İnsanın burada kendini Küba’da olduğuna kandırması o kadar kolay ki, ben de öyle yapmayı tercih ettim bir süreliğine
Cartagena (Kartahena diye okunuyor, “h” gırtlaktan çıkacak) Güney Amerika’daki ilk İspanyol yerleşimlerinden biri. Karayip kıyılarındaki stratejik konumunun getirdiği korsan ve düşman saldırılarına karşı korunmak için yüksek surlarla kaplı San Felipe de Barajas Kalesi inşa edilmiş ve tam 250 yıl boyunca İspanyol egemenliğinde, en önemli liman şehirlerinden biri olarak hizmet vermiş. 1811’deki bağımsızlık ilanının ardından, koloniyal mimarinin en renkli ve süslü örneklerini taşıyan binaların sıra sıra dizildiği, bir tarafta tropikal plajları diğer tarafta büyük küçük her türlü geminin uğrak durağı olan dev limanları ile oldukça güzel bir şehir kalmış geriye. Gezginler için en büyük önemi Kolombiya’dan Panama’ya yapılan geçişler için başlangıç noktası olması. Panama’ya geçmek için birkaç seçenek var ama en iyisi buradan kalkan yelkenliler ile beş günlük turlara katılıp Colón şehrine varmak. İlk iki gün masmavi denizde yelkenler fora aralıksız yolculuk ederken, üçüncü günden itibaren meşhur San Blas Adaları’na varıp ıssız adalarda konaklayarak, yüzerek, dalış yaparak Karayiplerin tüm güzelliklerine tanık olabiliyorsunuz. Tüm yemekler ve konaklamanın dahil olduğu, tekneyi büyüklüğüne göre dünyanın farklı yerlerinden gelmiş 6-12 arası gezginle paylaştığınız böyle bir tur için 350-500$ arası fiyat biçilmiş. Fiyatı biraz göz korkutsa da çok istiyorduk yapmayı. Çünkü yapanların tamamı muhteşem bir deneyim olduğunu söylüyor ve San Blas Adaları’nı çok övüyordu. Survivor programının da bir ara çekildiği Kuna Yala Adaları burada bulunuyor.
E uçak fiyatları da mavi turdan bile yüksek fiyatlarda dolaşınca detayları araştırmaya koyulduk. Duyduğumuza göre tek sorun iyi bir kaptana denk düşmekmiş, çoğunluğu Avrupalı olan kaptanların bir kısmı Kolombiya’da kolayca ulaşabildikleri uyuşturuculardan kendini kaybetmiş, ne yaptıklarını bilmez vaziyetteymiş. Bu yüzden devriye gezen sahil güvenlik botlarıyla sorunlar yaşanabiliyormuş. Nahoş bazı hikayeler de duyduk ama eğerşehirde iyi kaptanlarla anlaşmalı hostellerin (Casa Viena, Hostel El Viajero gibi) astığı listeler takip edilip rezervasyonlar buradan yapılırsa genellikle sorun çıkmıyormuş. Hostel’lerin eklediği komisyonu vermek istemiyorsanız, iyi kaptanları araştırıp marinaya giderek yüzyüze konuşabilirsiniz. Bu sayede son dakika turlarından birine sadece 250 dolar vererek katılan Alman bir arkadaşım vardı, yolculuk kendi Latin Amerika turunun en güzel parçasıymış. Bazı kaptanlar turlarını internette paylaşıyor, ancak yüzyüze konuşup kendisiyle tanışma, yelkenliyi inceleme ve indirim yaptırma şansınız varken interneti pek tavsiye etmem. Tekne turunu yapmaya karar vermiştik,ama Kolombiya’dan ayrılmadan önce görmek istediğimiz bir dolu yer varken Cartagena’ya dönüş tarihimizden emin değildik ve tur, tekne araştırma işini bir sonraki ziyaretimize bıraktık.
13 saatlik otobüs yerine uçakla 45 dakikada varmamızın güzelliği sayesinde zerre yorgunluk hissetmiyorduk, biz de saat biraz geç olmasına rağmen otele eşyaları bırakıp kendimizi Karayip sularına atalım dedik. Otelimizin (Hostal Villa Colonial) bulunduğu sokak çok eğlenceliydi, hemen sokağın karşısındaki kafeden yükselen latin müzikleri tüm sokağı kaplıyor ve 7’den 70’e halk yol ortasında salsa yapıyordu. Sahilyoluna inip 15 dakika kadar yürüdükten sonra gözümüze çarpan ilk plaja kurulduk. Aslında çevredeki en güzel plaj Playa Blanca, ancak oraya sadece küçük teknelerle ulaşılabiliyor ve onlar daha çok sabah erken saatlerde kalkıyor limandan. Günbatımına denk gelmiştik ve tertemiz denizde doyasıya serinledik. Dönüş yolunda havanın kararmasını fırsat bilen kum sineklerinin azizliğine uğrayacaktık, bacaklarımız sadece 15 dakika içinde yüzlerce ısırıkla tanınmaz hale geldi. Böylesini de ilk defa gördüm, otele dönünce hemen kremlendik ve bir şeyler yemek için surların içindeki Hard Rock Cafe’ye gittik. Kafenin bulunduğu meydan aynı zamanda gece hayatının kalbinin attığı yer. Fazla değil, iki tane salsa kulübü var, ancak o ikisi tüm meydanı canlı tutmayı başarıyor. Halk zaten kendinden geçiyor latin ritmlerini çalmaya başlayınca, ama herkes mi uzman olur yahu, bence okullarda zorunlu ders olarak veriyorlar salsayı. Ortalama bir Kolombiyalı Türkiye’deki dans yarışmalarına katılanlar kadar biliyor, iyilerinden hiç bahsetmiyorum bile. Alexandra bile iki senedir salsa yapmasına rağmen onların arasına girmekten çekindi Biz de yemek sonrası meydandaki masalardan birine kurulduk, bir şişe Kolombiya romumuzu söyledik ve dans eden çiftleri izlemeye koyulduk.
Cartagena’ya tekrar döneceğimiz için şimdilik bir gün yeterli deyip ertesi gün yola devam etmeye karar verdik. Çevrede gidilecek en güzel yer Tayrona Ulusal Parkı, bulunduğumuz yerden beş saat kadar uzaklıkta ve oraya ulaşmadan önce yol üstündeki Santa Marta şehrinde mola verilmesini tavsiye ediyor tüm gezginler ve gezi kitapları. Biz de öyle yaptık. Ülkede ulaşımın pahalı olduğunu söylemiştim. 3,5 saatlik Santa Marta’ya bile 45000Peso (25$) istediler, tek iyi yanı otelimizden alıp Santa Marta’daki hostele bırakacak olmalarıydı. Yola çıkmadan önce sabah erkenden şehrin ara sokaklarını keşfetmeye çıktık, Cartagena’nın en güzel taraflarından biri de şehrin kendisi gibi rengarenk tropikal meyveler satan tezgahlarla dolu sokakları. Ananastan, papayaya, mangoya her şey çok ucuz, zaten Latin Amerika’da meyveye tam anlamıyla doydum. Marina taraflarına gittik, ana meydanda oyalandık ve eski şehrin her biri kartpostal güzelliğindeki sokaklarında biz de birkaç kare yakalamaya çalıştık. Santa Marta minibüsleri her iki saatte bir çalışıyor, biz de çok geç varmamak adına öğle yarısını geçmeden otele dönüp eşyalarımızı hazırladık ve minibüsü beklemeye koyulduk. Dediğim gibi yine döneceğiz Cartagena’ya, zaten böyle bir yerde sadece bir gün kalmak kadar büyük haksızlık olur mu?
Kaynak: Bekran Sarsılmaz