Uzak Rota sponsorluğunda Asya Turu yapan Dora Göksal yoldan bildiriyor.
Uçakları çok seviyorsunuz. Havalimanlarında vakit geçirmekten tarifsiz bir haz alıyorsunuz. 35 bin feet’de yediğiniz yemekleri Asya’nın hiçbir mutfağına değişmezsiniz. Gecikme anonsları herkesi çileden çıkarırken size cama yapışıp pist ve taksideki hareketliliği biraz daha izleme fırsatı veriyor. Ucuz uçak bileti arayışı bir yana, aktarmalı uçuşları “bir taşla iki kuş” olarak görüyorsunuz. O zaman bu bir günlük yorgunluğu okumaktan hoşlanabilirsiniz.
İstanbul Atatürk Havalimanı
Saat akşam üzeri 4 civarı metrodan iniyorum. Biraz sonra çantalarımın çilesi başlıyor. “Bilgisayar varsa, çıkarın” diyor güvenlik görevlisi. Çıkmış olduğunu görüp geçmemi işaret ediyor. Bundan tam iki dakika sonra bilgi ekranlarının önüne geliyorum. MS736 sefer sayılı Eygptair uçağı için henüz kontuarlar açılmamış. Hiç oturmadan etrafı kolaçan etmeye başlıyorum. Havalimanı kalabalık ama hava açık, haliyle pek gecikme yok. Önünden geçerken yurtdışı çıkış pulumu da alıyorum. Bu ülkenin vatandaşıysanız yurtdışına çıkmayı hak etmeniz gerekiyor. Ne için verdiğimi bilmediğim 15TL’yi bırakıp içimden türlü küfürlerle devam ediyorum. Tam bir tur attıktan sonra bizim kontuarı buluyorum, henüz açılmamış. Hemen sıraya geçip iki uçuşta da pencere kenarı koltukları almalıyım. 20 dakika bekledikten sonra sırt çantamı veriyorum, tam 19 kilo. İlk uçuşta pencere kenarı koltuğum hazır ama ikincisinde orta sıraya razı oluyorum. Pulum da olduğuna göre ülkeden resmen ayrılabilirim. Pasaport kontrolde suratsız bir memur. “Merhabalar!” Cevap yok. “Teşekkür ederim.” Boş gözlerle etrafına bakıyor. Pasaportumu alıyorum, “Kolay gelsin.” Zaten bir cevap beklemiyordum.
Kapı numarası 210. Uçağa binmeyi beklerken fotoğraf çekmek için diğer kapılara yöneliyorum. Beride Iran Air’in 747SP’si, namı diğer 747 Baby, 209’da Türk Hava Yolları’nın “Gökçeada”sı, A330. Bu sırada Narita’ya gidecek olan Barcelona boyamalı 777’de bir arıza. Çoğu Japon olan yolculara anons yapılıyor: “Bu bir kapı değişikliği anonsudur.” Derken bizim uçuş saatimiz geliyor ama kapı boş. Gecikme anonsu uçak alana geldikten sonra yapılıyor. Saat 19.15’te koltuğuma yerleşiyorum, 36K. Pencereden Globally Yours boyamalı 737’yi görüyorum. Gözlerim grev yaptıkları için işlerinden kovulan 305 Türk Hava Yolları ve Türk Hava Yolları Teknik çalışanının yüzünü arıyor. İşten atarken yüzü kızarmayanlar, çalışanlarına sözde jest olan bu uçakta onların fotoğralarına çarpı koymaya utanmış belli ki.
35L’de pist başı yapıyoruz. Bizden önce kalkan A320’yi bekleyip tam gazla yolculuk başlıyor. Inflight Entertainment System(IES) bu uçakta yok ama hava aydınlık ve İstanbul ayaklarımın altında. Uçuş süresi 2 saat olarak anons ediliyor. Sabiha Gökçen üzerindeyken flapler toplanıyor, sonra da güneye dönüş başlıyor. Pustan ve kirli camlardan görüş artık hepten kayıp. Arkada oturmanın faydası, yemek servisi bize erken başlıyor. “Chicken or beef?” Dana etiyle başlıyorum. Yemek fena değil. Tatlı olarak kek var, ona geçecekken çay-kahve servisi. Düz uçuşa geçiyoruz. Sağda güneş batıyor, ben de kitabıma dalıyorum.
Kahire Havalimanı
1 saatlik gecikme bana aydınlık görmeyi umduğum Kahire’yi göstermiyor. Alçaldıkça daha fazla ışık kümesini Tahrir Meydanı’na benzetiyorum. Şehre 25Km uzakta olsak da, Kahire’de kuşbakışı her meydan Tahrir.
Uçaktan inip günün ilk transit geçişine gidiyorum. Kısa sürüyor çünkü x-ray ekranının başındaki görevli yanındakiyle gülüşüyor, biniş kartlarına bakanın da bir kulağı onlarda. Dönen bir merdivenden yukarı çıktığımda basık bir binada olduğumu fark ediyorum. Üç kanat bir meydanda birleşiyor. Bangkok uçuşu için F05 numaralı kapıya gitmeliyim. Etraf sakin, koridorlardan oluşan terminal sıkıcı. Uçakları göremedikten sonra havalimanları neye yarar?
Gezinmeye bu defa ters taraftan devam ediyorum. G kanadında boş bir bank ve yanında da boş bir priz. 2 saatlik boşluğu geçirmenin tek yolu bu yazının bir kısmını toparlamak, bir yandan da üç beş mail atmak. Kuala Lumpur’daki hostellerden birine mail atıyorum. Bir öncekinden cevap gelmemiş. Saat 23.00’da tekrar F kanadına dönmek için toparlanıyorum. Biniş 10 dakika önce başlamalıydı.
F05’te yeniden pasaport ve biniş kartı kontrolü. El bagajları da yeniden x-ray’e. Bu, şimdilik dördüncüsü. Bekleme salonunda yuvarlak pencereler ve önlerinde çay bahçesi sandalyeleri var. Pencereden kafamı uzatıyorum ve rezervasyonda 777-300 olan uçağın aslında A330-300 olduğunu görüyorum. Bence Airbus’ın en iyi uçağı ama bir “Boeingsever” olarak hafif üzülmedim desem yanlış olur. 10 dakika sonra kapı açılıyor. Bu kez E39 numaralı koltuğa gidiyorum. Ekonomi sınıfında 2-4-2 dizilimi var, bu da benim orta sıranın orta koltuklarından birinde oturduğum anlamına geliyor. Bu defa IES var ama ekranda ya izlediğim filmler ya da izlemek istemediklerim. Eygptair’in günahı yok, Emirates ile bir defa yolculuk ettikten sonra başladı bu seçicilik. Yoksa uçakta filmler uykuya dalmamı hızlandırmaktan başka işe yaramıyor.
Uzun bir taksi yaptıktan sonra pist başına geliyoruz. Kahire, daha önce Moskova ve Dubai’de de olduğu gibi birkaç saatlik bir durak olmaktan öteye geçemiyor. Transit uçuşların en kötü yanı aktarma yapılan şehirlere fiziken gidip gerçekte orada hiç varolamamak. Mısır saatiyle 00.20’de tekerler pistten kesiliyor. Yarım saat sonra tanıdık bir soru: “Chicken or beef?” Bu defa tavuk istiyorum.
Bangkok Suvarnabhumi Havalimanı
Tayland’ta saat 14.20 olduğunda, yani kalkıştan tam 9 saat sonra Bangkok’tayız. Bangkok yolcuları gibi biz de iniyoruz. Biletimi alırken Kahire-Kuala Lumpur uçuşunun Bangkok aktarmalı olduğunu fark etseydim alır mıydım, bilmiyorum ama halimden memnunum. Uykumu aldım. Sabah inmeden kahvaltımı ettim. Şimdi yine transit geçişe gidiyorum. Çantam, bilgisayarım ve ayakkabılarım ayrı sepetlerde, 5 dakika sonra yeniden çıktığım E2 numaralı kapıya dönüyorum. Yeniden biniş kartı ve pasaport kontrolü. Tayland’ta havalimanı görevlileri güleryüzlü.
Kapı açılıyor ve 1 saat önce indiğimiz uçağa geri dönüyoruz. Sadece yanımdaki koltuk boşalmış, diğer herkes Kuala Lumpur yolcusu. Alandaki güleryüzlülük uçakta pek yoktu şimdiye kadar ama son uçuştaki kabin görevlileri eğlenceli. Su isteyen bir yolcuya ciddi bir ifadeyle “Dry or wet?” diye soruyor bir tanesi. Başta anlamıyor ama yolcu bir iki saniyelik duraksamadan sonra “Dry” diye yanıtlıyor. Kuala Lumpur’a kadar geçen 1 saat 45 dakika boyunca kabin amiri yolcuyla eğlenmeye devam ediyor. Benim muhatap olduğum “Chicken or fish?” sorusu ise beni pek mutlu ediyor. Bu kez cevap balık. Son 24 saatin dördüncü öğününü de uçakta yiyerek yola devam ediyorum.
Kuala Lumpur Uluslararası Havalimanı
Kahire-Bangkok 7676Km’ydi ve bu da 1222Km. Malezya saati Tayland saatinden bir saat ileri, alacakaranık, 18.50’de alana iniyoruz. Yandaki pencerelerde görebildiğim kadarıyla Emirates’in A380’i kapıda ve Cathay Pasific’in 777’si takside arkamızda. Kapıya geliyoruz, uzun bir yürüyüşten sonra Aerobus adlı terminaller arası raylı sisteme geliyorum. Bir benzeri bu yılın başında Tokyo Narita Havalimanı’nda beni şaşırtmıştı ama bu ondan daha uzun. İndiğimiz yerde pasaport kontrol masaları, 5 dakika sonra da sırt çantamı beklemek üzere bagaj bandının başındayım. Bekleyiş uzuyor ama yorgun hissetmiyorum, sonunda da yüklenip dışarı çıkıyorum.
Para bozdurulabilecek tek büro çıkışın solunda. 100USD, 299RM(Ringit) ediyor, dışarıdaki kura göre 10RM zarardayım. Hemen şehre en hızlı ulaşım aracı olan KLIA Express’e gidiyorum. Saat 8’de geliyor. Havalimanı ve şehir arasındaki 72Km olan mesafeyi 28 dakikada gidiyor. KL Sentral İstasyonu son durak. Buradan hafif raylı sistem olan LRT’ye binip bir sonraki durak olan Pasar Seni LRT istasyonunda iniyorum. Harita ezberimde ama hosteli elimle koymuş gibi bulacağımı beklemiyordum.
Duştan sonra sonunda tamamen uzanabileceğim bir yatağım var. Dünya etrafında bir tur atılabilecek zamanda ancak Malezya’ya varabildim. Ama şu an sahip olduğum şey, zaman ve onu dünyadan 12 bin kilometre yukarıda geçirmeyi seviyorum.
Kuala Lumpur’da bir gece yarısından merhabalar.
***
Dora GÖKSAL