Dubrovnik, son bir kaç senedir Türklerin gözdesi haline gelmiş mandalina ağaçlarıyla dolu güzel bir Balkan şehridir. Hem yazın, hem kışın gitmiş biri olarak kışı tercih ettiğimi söylemeliyim. Yazın inanılmaz bir kalabalık sizi karşılıyor, oteller tamamen dolu oluyor, cafelerde yer bulmak işkence haline geliyor. Hele araba kiralayıp Dubrovnik’e gelmişseniz kale çevresinde otopark neredeyse imkansız. Ama kışın her yer sessiz, sakin, büyük dalgaların ihtişamlı kayalıklara çarparken çıkardığı ses ve rüzgarın uğultusu insana her şeyi unutturuyor. Ama haksızlık etmeyeyim, denizi muhteşem kristal berraklığında, tertemiz ve buz gibi. Sırf bu deniz için bile yazın gidilir.
Hırvatistan’ın Adriyatik’in kıyısında oldukça uzun bir sahil şeridi var. Bu şehre gelince ilk göreceğiniz Old Town, yani 7. yüzyılda kurulan Eski Şehir olacaktır. Dubrovnik uzun seneler kimsenin boyunduruğu altına girmeden ayakta kalmış ve daha sonra Hırvatistan’a dahil olmuştur. Unesco’nun dünya mirası listesinde bulunan Old Town, dip dibe binalarıyla ve daracık sokaklarıyla insanı resmen ortaçağa götürüyor. Dubrovnik’te inanılmaz kareler yakalayacağınızdan fotoğraf makinenizi unutmayın. Biz burada Rixos Otel’de kaldık, evet bildiğimiz Türk Rixos otelleri. Bence Dubrovnik’in en güzel manzarasına konumlanmış çok temiz ve güzel bir otel. Şehrin merkezine yürüme mesafesinde ve çok güzel bir SPA’sı var. Kışın gittiğimizde kaldığım bu otelde o kadar çok rüzgar sesi oluyordu ki ninni gibiydi adeta. Hemen odaya gelir gelmez kendime bir kahve hazırlayıp cam kenarına geçip dev dalgaların kayalıklara vuruşunu izleyip derin duygulara dalıyordum, şimdi hatırladıkça anlıyorum ki gerçekten çok büyülüydü Dubrovnik deneyimim. Bu deneyim bana hayatımla ilgili önemli kararlar vermeme sebep olmuştur.
Hırvatistan’da Euro değil kendi para birimleri olan Kuna’yı kullanıyorlar ve fiyatlar bizim paramıza oranla oldukça uygun. Yemeklere gelirsek, Old Town’un denize bakan taraflarında çok güzel ve kaliteli deniz mahsulleri bulabileceğiniz restoranlar var. Biz en çok deniz kenarında bulunan ”Poklisar Restoranında” beğendik. Hem güzel deniz ürünleri hem de dünya mutfağından güzel yemekler vardı, garsonlar da çok sevimliydi. Karides tava her yerde güzel, denemenizi tavsiye ederim. Sanırım o kadar çok Türk gelmiş ki, garson bizim Türkçe konuştuğumuzu duyunca hemen öğrendiği bir kaç Türkçe kelimeyi sıralamaya başladı. Kahve içmek için ise ”Gradska Kavana” isimli cafeyi seçtik, tam merkezde iki katlı sevimli bir yerdi. Hazır aklıma gelmişken söylemeliyim hayatımda üst üste bu kadar güzel kızı sadece Hırvatistan’da gördüm. Sınır kapısında vizemize damga basan polis bayandan itibaren gördüğüm tüm kızlar güzeldi, Prag’ı açık ara sollar yani
***
Hande Çilek