“Monique” adlı tiyatro oyunumuzu sergilemek için Fas’ın dünya kültür mirası listesine girmiş şehirlerden biri olan Marakeş’teki bir tiyatro festivalinden davet aldık. Daha önce doğu Afrika’da bulunmuş biri olarak kuzey Afrika’ya gitmek benim için çok heyecan vericiydi. Genelde olduğu gibi bu sefer de beklediğim gibi bir Fas çıkmadı karşıma, ben biraz Ortadoğu’yu biraz da Afrika’yı andıran, genel olarak kaosun hüküm sürdüğü bir şehir bekliyordum ki son derece düzenli ve temiz bir şehir çıktı karşıma. Konuştuğum Faslıların çoğunun iyi bir entellektüel birikimi vardı ve hiç de beklediğim gibi muhafazakar değillerdi. Tipinden oldukça muhafazar davranacağı beklenen kızlar misal bizimle gülüyor eğleniyor, hiçbir aktiviteden geri kalmıyorlardı. Sahneye çıkan çarşaflı kızlar vardı mesela ama bu onların sahnedeki oyunlarını hiç mi hiç etkilemiyordu.
Madrid üzerinden aktarmalı olarak Marakeş’e vardık, uçaktan şöyle bir aşağı baktığımda bembeyaz bir kelebek gördüm o da aşağı doğru uçuyordu kıpkırmızı toprağa doğru, bir nevi hoşgeldin dedi bize kanat çırpışıyla. Sonra da aman yarabbi havaalanından çıkmamla yüzüme sımsıcacık bir hava çarptı, bir afallayıverdim. Bizi karşılamak üzere bir şoför göndermişlerdi, ama ne yazık ki şöfor hiç fransızca bilmiyordu. “Selamunaleyküm, aleykumselam”la kısıtlı kaldık mecburen. Bizi beş gün boyunca kalacağımız Cadi Ayyad Üniversitesi’nin lojmanına götürdü. O kadar harika bir yerdi ki burası, yemyeşil bir arazinin ortasına kurulmuş bungalovlar, palmiyeler arasında bir yüzme havuzu. Marakeş’te görecek tek bir şey olmasa bile burada günlerce kalabilirdim. Acıktık dedik ve bir salata getirdiler hemencecik; biz salatayı mideye indirmiş tamı tamına doymuşken soslu tavuklar gelmesin mi! Meğersem o koskoca salatalar aperatif yerine geçiyormuş. Tavuk herhalde hayatımda yediğim en lezzetli tavuktu, zeytinli sosu ona çok farklı bir lezzet katmıştı, parmaklarımı yedim resmen.
Festival üniversitenin kampüsündeydi, her ne kadar organizasyonun harika olduğunu söyleyemesem de fena iş çıkarmamışlardı. Festivali kral finanse ediyormuş, tam ödül töreninin olduğu vakit kraldan gelen uzuuun bir mektubu (hem de arapça) okumaya başladılar, o kadar uzundu ki insanlar dayanamadılar bir süre sonra ve alkışlı protesto başladı:) Yine de okudular sonuna kadar mektubu ne olur ne olmaz diye!
Fatima Zehra ve diğer Faslılar
Fatıma Zehra sürekli kaşları kalkık konuşan espri makinası çok tatlı bir kız. Sadece kendisi değil ablası ve onun nişanlısı da öyle. Ablasının nişanlısı bizi gezdirdi, yemeğe götürdü, Marakeş’te yapmak istediklerimizin hepsini başarıyla halletmemize yardımcı oldu. Beraber Marakeş’in altını üstüne getirdik adeta. Bu arada buraya gelmeden önce Faslıların Fransızca aksanlarının çok garip olacağını düşünmüştüm ama pek de öyle olduğunu düşünmüyorum şu anda.
Toprak Rengindeki Sıcak Şehir Marakeş
Marakeş, çöl rengi evleriyle; mor, pembe, lila renkli çiçekler veren ağaçlarıyla harikulade güzellikte zarif bir Afrika şehri. Dümdüz yapısı onu bisiklet kullanmaya elverişli hale getiriyor ve bu nedenle de trafik diye bir şeyden bahsetmek pek mümkün değil Marakeş’te, ne güzel. Arabadan ziyade bisiklet ve motor kullanıyor insanlar, altmışlı yaşlardaki kilolu teyzeleri motorsikletin üzerinde görmek pek gözümün alıştığı bir durum değil ama Marakeş sokaklarında bir iki gün dolaştıktan sonra bu durum son derece normal gelmeye başlıyor insana.
Marakeş deyince hemen koskocaman meydanını anlatmalıyım, o koskocaman arnavut kaldırımlı, herşeyin merkezindeki Djemaa El Fna meydanını. Almış başını gidiyor bir curcuna, bir köşede müzik eşliğinde yılan oynatanlar, diğer bir yanda maymunla çeşitli gösteriler yapanlar, ellere kına yakanlar, kına yaktıranlar, bin türlü hediyelik eşya satanlar, kuruyemişçiler, dönerciler, horoz dövüştürenler, akrobatlar, hikaye anlatıcaları, dansözler, müzisyenler ve daha neler neler… Sadece elinizi çenenizin altına koyarak burada onlarca çağrışım yakalayabilir, sayısız hikayeler dillendirebilirsiniz. Meydanın hemen arka tarafında bulunan kapalı çarşı, bizim Eminönü’ndeki kapalı çarşıyı andırıyor aslında. Her renkten parlak kıyafetler, ipek kumaşlar, eşarplar, deri çantalar, el emeği göz nuru hediyelik eşyalar, gümüş takılar ve daha birçok şey ziyaretçilerin beğenisine sunulmuş bu çarşıda. Biraz daha arka taraflarındaysa asıl imalatçılar bulunuyor: çarşının bir kısmında “dericiler” var sadece, bir kısmında “entrüman” üretecileri, bir kısmı “cam” üzerine özelleşmiş… Burasınınsa ziyaretçilere kendini temiz ve düzenli gösterme gibi bir tasası hiç mi hiç yok, her şey yollarda, ne varsa ortaya dökülmüş, saklı hiçbir şey yok, burası çarşının girişinden kat be kat samimi bana kalırsa.
Ha bu arada Fas’ta pazarlık yapın, yapmayanı dövüyorlar!
Tüm Renkleriyle Jardin Majorelle
Jardin Majorelle, kocaman bir botanik bahçesi. Fransız ressam Jacques Majorelle’in 1932 yılında kurduğu bahçe. O vefat ettikten sonra 1980’de Yves Saint Laurent ve Pierre Berger’nin mülkiyetine geçmiş. Bu adamlar bahçedeki bitki çeşidini 135’ten 300’e çıkarmışlar. 2008 yılında vefat eden Yves’in külleri bahçeye serpilmiş, bir de adına anıt dikilmiş. Jardin Majorelle şu an Marakeş’in en önemli turistik mekanlarından biri.
Bu kadar viki bilgisinden sonra kendi izlenimlerimi anlatabilirim: bir terzi olan Yves Saint Laurent bana kalsa çok kafa bir adammış.Sevgi dolu (yaptığı resimlerde “love” yazmış bir sürü teknik kullanarak ama hep “love” başka bir şey değil), ince zevkleri olan (eh adamın kurduğu bahçeden belli), renklerle, kokularla,ilham verici her zenginlikle arası çok iyi olan, doğaya ve sanata aşık ince ruhlu biriymiş (bunları biraz okuduklarıma biraz da hayal gücüme dayanarak söylüyorum). Velhasıl (bu kelimeyi Fas’ta çok kullanıyorlar)ben çok sevdim Yves’i ve bahçesini.
Kaynak: Dünya Kazan Biz Kepçe