Avrupa’da yaşamam gerekseydi ve bir de tercih yapma imkanım olsaydı, yaşayacağım şehir kesinlikle Roma olurdu. Normalde hiç hoşlanmayacağım ama bu coğrafyaya çok yakıştığını düşündüğüm sarımsı kahve tonundaki binaların arasında uçuş uçuş elbisemle kahve kokan sokaklarda dolaştığımı hayal ediyorum. Elimde kitabım, Campo de’ Fiori’de bir cafeye oturup kitabımın sayfalarını çevirirken göz ucuyla da gelen geçeni izlerdim. Belki Ayhan Sicimoğlu olur, sanatçı bir arkadaşımın çatı katındaki muhteşem evinde risotto pişirirdim. E hayal bu ya, italyancam da iyi olacak tabi. İtalya’da yaşayan arkadaşlarım; kıskanıyorum sizleri.
Roma’daki gezimize Piazza Di Spagna’dan (İspanya Meydanı) başladık. İspanya elçiliğinin bu meydanda bulunmasından dolayı bu adı almış. İspanyol merdivenlerinde oturanlar yorgunluk atmakta. Kimsenin kalkmaya niyeti yok. Begonviller açınca daha da güzel gözüküyor merdivenler. Yıllar evvel (2001), noel zamanı da ışıl ışıl haliyle sevmiştim burayı. Buraya ait unutulmaz bir anım var. Üniversiteye yeni başladığım zamanlarda ablamla gitmiştik. O zamanlar turla gezmek daha cazipti. Yeni yıla gireceğimiz gün Roma’daydık ve tur rehberimiz İspanyol merdivenlerinde 2 saatliğine alışveriş için izin vermişti ve tekrar merdivenlerde buluşacağımızı söylemişti. 2 saat sonra denilen yerdeydik. Grubumuzdan 60 yaş civarı 2 teyzemiz eksikti. Teyzelerden biri eski maratoncuymuş.
Haklı olarak gururla bahsediyordu kendinden. Yarım saat, 1 saat derken tam tamına 3 saat bekledik merdivenlerde. Teyzeler yok. Rehber sürekli olarak Ankara’daki ofisle görüşmekteydi. Belki orayı ararlar diye. Kayboldukları aşikardı. Hava karardığında daha fazla bekleyemedik. Herkes endişeli bir şekilde yürürken köşeyi döndük ve teyzelerle burun buruna geldik. Atletik teyzemizin saçlar havaya dikilmiş, beti benzi atmışken hazine bulmuş gibi sevinmesi hala gözümün önünde. Teyzeler buluşma noktasını tarif etmek için bir kağıda meydandaki çeşmeyi çizip etraftakilere göstermişler. Herkes de Trevi Çeşmesi’ne yönlendirince buluşamamamız kaçınılmaz hale gelmiş. Rehberi dinlemedikleri anlaşılan teyzeler bir daha yanımızdan ayrılamadılar ama bu olay bizim yılbaşı gecesine maloldu.
İşte meşhur İspanyol merdivenleri…
Kalabalığın içinde (Mayıs-Haziran dönemi inanılmaz kalabalık oluyor) elimizde haritamız yolumuzu bulmaya çalışırken dar bir sokak tüm güzelliğiyle Trevi Çeşmesi’ne (Fontana di Trevi) açılıverdi. Büyük çeşmenin gürül gürül akan su sesinin yanı sıra çeşmenin etrafını saran insanların kahkahaları da ortamı şenlendiriyordu. Çeşmeye daha yakın olabilmek için birkaç basamak aşağı indik ve kendimize bir yer bulmaya çalıştık. Öyle kalabalıktı ki. Neyse ki suya ulaşmıştık ve verdiği serinlikten biz de nasiplenmiştik.
Trevi Çeşmesi’nde deniz betimleniyor. Deniz kabuğu şeklinde bir at arabası, arabayı çeken kanatlı atlar ve arabada bulunan mitolojik deniz tanrısı çeşmenin arka planını oluşturuyor. Fontana di Trevi, Üçyol Çeşmesi olarak çevriliyor. Üç yolun kavşağında yer aldığı için böyle söylenmiş. Bizde ise “Aşk Çeşmesi” olarak biliniyor. Dünya’nın başka hiçbir ülkesinde böyle bir tanımlama kullanılmıyor. Aşkın kendisi gibi yaşanması da zor olan ülkemizde çeşmeye bu ismi vermek de ilginç aslında. Aşka aşık bir toplum olmamızdandır diyelim.
Trevi Çeşmesi’ni ışıklandırılmış ve nispeten daha sakin haliyle akşam saatlerinde de mutlaka görün derim. Dilek dilemeyi de unutmayın. İnanışa göre çeşmeye arkanızı dönerek sol omzunuzun üzerinden parayı fırlatacaksınız ve arkanıza bakmayacaksınız. Roma’ya bir daha geleceğinizin göstergesiymiş bu. Yapmanın zararı olmaz. Bende işe yaradı. İşe yaramasa bile attığınız para boşa gitmeyecek. Çünkü çeşmeye atılan bozuk paraların günde 3000 euroyu bulduğu ve bu parayla Roma’daki muhtaç insanlara yardım edildiği söyleniyor.
Antik Roma’nın örneklerinin sergilendiği ve eski imparatorluğun kalbi olan Roma Forumu’nun yanından yürüyerek Colosseum’a geldik. 50.000 izleyici kapasiteli amfitiyatro mahkumlar ve köleler tarafından inşa edilmiş. Yapımından sonra 100 gün süren “oyunlarda”, 2000 insan ve 900 hayvanın ölümüyle sonuçlanan bir açılış töreni yapılmış. Savaşan gladyatörler de aslında savaş esirleri ve kölelerden oluşuyormuş. Sonradan meslek haline gelen gladyatörlük, üne ve servete kavuşmak isteyen erkeklerin uğraşı haline gelmiş. Elips şeklindeki Colosseum maalesef bütünlüğünü koruyamamış. Çeşitli papa ve prensler Colosseum’un değerli mermer kaplamalarını ve metal süslerini kendi kiliselerine ve saraylarına götürmüşler. Gladyatörlerin ve hayvanların kullandığı hücreler ve koridorlar görülebiliyor.
Colosseum’un hemen karşısından metroya bindik ve Popolo Meydanı’na (Piazza del Popolo) gittik. Ortasında, II. Ramses’den (13. yy) kalma bir dikilitaşın bulunduğu oval meydan çok geniş bir alanı kaplıyor. Meydandaki Santa Maria del Popolo kilisesi görülmeli.
Pantheon, Roma’nın en iyi korunmuş anıtı. Geniş kubbesinin çapı 43.3 metreymiş. En dikkat çekici özelliği ise herhangi destekleyici sütun bulunmamasına rağmen durabilen kubbesi. Kubbedeki yuvarlak delikten giren güneş ışınları içeriyi aydınlatıyor. İçeride İtalya’nın ilk kralının mezarı bulunuyor.
Pantheon’un hemen yakınlarındaki Piazza Navona capcanlı bir meydan. Tarihte de önemli eğlence mekanlarındanmış. Meydanda su gösterileri yapılırmış, bandolar çalarmış. Cafelerden sokaklara taşan masalardan birine oturup bu meydanın canlığına siz de dahil olabilirsiniz. Sokak sanatçılarının, müzisyenlerin eğlenceli gösterilerini izlemek gerçekten çok keyifli.
Meydanın ortasındaki Dört Nehir Çeşme’si (Fontana dei Quattro Fiumi) Bernini tasarımı ve dört kıtanın büyük nehirlerini simgeliyor. Avrupa’da Tuna, Asya’da Ganj, Afrika’da Nil ve Amerika’da Rio dela Platanehirleri.
Navona Meydanı’nın hemen yanındaki Campo de’ Fiori ise benim favorim. Navona’dan daha küçük olması özelliğiyle bana daha samimi geldi. Oturduğumuz cafenin önündeki genç kemancıdan gelen güzel melodi, rengarenk çiçeklerin donattığı renk cümbüşü ve güneş batmak üzere olduğu için etrafa yansıyan kızıllık beni benden aldı.
Ertesi sabah Vatikan’daydık. Her yerinden ihtişam akan kent görsel olarak göz dolduruyor. San Pietro Meydanı’ndan giriş yaptığımız Vatikan’da uzun uzun yürüyerek ve sırada bekleyerek muhafızların güvenlik kontrolünden geçiyoruz. Karşımızda Papanın konuşmalarını önünden gerçekleştirdiği San Pietro Basilica’sı. Michelangelo, Raffaello, Giuliano ve daha birçok usta mimarın elinden ortaya çıkmış. Her biri farklı papaların isteklerine göre bir şeyler eklemiş ya da değiştirmişler. Karşımda gördüğüm estetik bazilikadan ve manevi duygularını görsel bir zenginliğe dönüştürmelerinden etkileniyorum.
San Pietro Meydanı
San Pietro Basilica
Şanslıysanız ve günlerden pazarsa, Papa Havariler Sarayı’ndaki dairesinin penceresinde kısa bir vaaz veriyor ve sizi bir güzel kutsuyor.
Vatikan’a gittiğinizde müzeyi de mutlaka ziyaret etmelisiniz. Caddelere taşan sırada bekleyemediğimiz için biz göremedik. Erken saatlerde gidip önceliği müzeye vermek daha uygun olur.
Yoğun kalabalıktan nasibini alan bir diğer önemli yer; Castel Sant’Angelo. Roma Hükümdarı Hadrianus için yapılan anıt mezar daha sonraları kale olarak değiştirilerek papalar tarafından kullanılmış. Zaman zaman Roma’nın en güçlü tabyası ve papaların sığınağı haline gelmiş. Öyle ki, kalenin altından St. Pietro Basilica’ya kadar uzanan gizli bir geçit olduğu söyleniyor. Robert Langdon’ın “Angels and Demons” kitabını okuyanlar bu geçiti bilirler. Hatta Roma’daki bütün tarihi mekanlardan, meydanlardan izler vardır kitapta. Kalenin hemen önünde bulunan Sant’Angelo köprüsü beyaz mermerden oluşan 10 melekle süslenmiş. Heykellerin her biri en az kalenin tepesindeki bronz Mikail heykeli kadar güzeller. Kaleye bu meleğin konduğuna inandıkları için Sant’ Angelo adı verilmiş.
Bu güzel şehirde dinlenmek için duraklayabileceğiniz harika parklar var. Çocukla seyahat edenler için Villa Borghese park alanında bir de hayvanat bahçesi www.bioparco.it var. Girişte sürüngen bölümü için ekstra ücret ödeyin, değiyor.
Bilmem Roma’da yediğimiz incecik hamurlu pizzalardan, deniz ürünlü makarnalardan, risottolardan falan bahsetsem mi? Bu kısmı sizlerin deneyimlerine bırakıyorum. Güzel şehirler, keyifli yemeklerle daha bir güzel. Zamanı durdurmak isteyeceğiniz bu aşk ve lezzet dolu şehirde unutulmaz anılar yaşamanız dileğiyle. Ben şimdi kendi hayalime geri dönüyorum. Uçuş uçuş eteğim, elimde kahvemle…
Kaynak: Dünyayı Gezmek