Bu 7 bina bir zamanlar terk edilmiş ve köhne bir haldeydi… Oysa şimdi öyle bir geri döndüler ki, dönüşümlerine inanamayacaksın!
Kendi hikayelerine sahip binaların ihmal edilmesi ve unutulması büyük bir utançtır… Neyse ki, bir çağın sonu, çoğu zaman başka bir çağın başlangıcı da olabiliyor.
Yetenekli ve yaratıcı yeniden kullanımları sayesinde, bu 7 terk edilmiş bina küllerinden doğarak harika bir geri dönüş yaptı:
1. Melkweg – Amsterdam, Hollanda
Amsterdam’ın Leidseplein gece kulübü merkezindeki bu mekanın büyüklüğü ve popülaritesi, adının hakkını veren “Milky Way”’in (Samanyolu) kökenini daha da ilginç kılıyor. Her şey 1970 yazında bir grup entelektüel gencin boş bir süt fabrikasında kamp kurmasıyla başladı.
Eskiden sırasıyla şeker fabrikası, süt fabrikası ve kültür merkezi olarak kullanılan bu bina, günümüzde öncelikli olarak konser salonu ve gece kulübü olarak kullanılsa da, dans ve tiyatro performanslarından, fotoğraf sergileri ve çatı katında film gösterimlerine kadar her tür etkinliğe ev sahipliği yapıyor.
Cömert porsiyonlarda sundukları rahatlatıcı yiyeceklerinden yemek için Melkweg Café’ye de uğramayı ihmal etme.
2. Szimpla Kert – Macaristan, Budapeşte
Macar başkentinin ünlü “harabe barları”, Budapeşte’nin eski Yahudi mahallesinde bulunur.
Oradan buradan toplanan birbirine uymayan eşyalarla donatılan, kiminde kitap kulüpleri ve atölyelerin tanıtımı yapılan, kiminde de DJ’ler eşliğinde partiler düzenlenen bu cazibeli bir pejmürdeliğe sahip topluluk odaklı barlar, son 15 yılda yıkılmak üzere olan çeşitli binalara yerleşti ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında ihmal edilen bu bölgeye yeni bir hayat sundu.
Ufalanmakta olan duvarları grafitilerle kaplı olan ve her köşe bucağı garip objeler ve sanat eserleriyle dolu olan ilk harabe barı Szimpla Kert, sanat sergileri ve doğaçlama caz gösterileriyle hem yerel halk, hem de ziyaretçiler arasında kült bir statüye ulaşmıştır.
3. El Ateneo Grand Splendid – Buenos Aires, Arjantin
Dünyanın en güzel kitapçılarından biri olarak sıkça adından söz ettiren El Ateneo, 1919’da Buenos Aires’in lüks Recoleta mahallesinde kapılarını ilk defa göz kamaştırıcı Teatro Grand Splendid olarak açmıştı.
10 yıl kadar sonra bina bir sinemaya dönüştürüldü ve Arjantin’in ilk sesli sineması oldu.
Neyse ki kendisini bekleyen yıkımdan kurtularak, o nostaljik zarafetini ve fresklerle kaplı tavanının, gösterişli oymalarının ve yuvarlak balkonlarının büyük bir bölümünü günümüze taşımayı başardı.
Burada yanına bir kitap alarak eski tiyatro localarından birine kafanı dinlemek için gidebilir veya dilersen kırmızı perdelerin arkasında bulunan eski sahne üzerine yayılmış kafeye uğrayarak canlı piyano müziği dinleyebilirsin.
4. Musée d’Orsay – Paris, Fransa
Kraliçenin bahçesi… Süvari barakası… Kraliyet Sarayı… İç savaş sırasında kundaklanma… Sen Nehri’ne bakan bu Paris toprağı, günümüzde zarif Musée d’Orsay’e ev sahipliği yapan tren istasyonuna dönüşmeden önce bile çok şey yaşamıştı.
Harikulade 19. yüzyıl Beaux-Arts tren yolu istasyonu 1900’deki Dünya Fuarı için inşa edildi ve günümüzün modern tren teknolojisi tarafından gereksiz kılınana kadar görkemli bir itibara sahipti. Ardından, önce savaş esirlerine gönderilecek paketler için bir posta merkezine dönüştü, ondan sonra da Orson Welles’ in Kafka uyarlaması Dava da dahil olmak üzere pek çok film için set olarak kullanıldı.
Son olarak da, terk edilmekten kurtarılarak 1986’da bir müze olarak tekrar hayata döndü. Günümüzde de Renoir, Gauguin, Cézanne ve Rodin gibi ünlü sanatçıların eserlerine ev sahipliği yapmaktadır.
5. LX Factory – Lizbon, Portekiz
Turist güzergahlarının dışında, Alcântara’nın liman mahallesinde bulunan bu 23.000 metrekarelik alan bir zamanlar önemli bir tekstil ve imalat kompleksiydi.
Şimdi ise saygıdeğer bir şekilde Portekiz başkentinin “yaratıcılık adası” olarak anılan bu mekan, moda, tasarım, yiyecek, mimarlık stüdyoları, yoga sınıfları ve dikiş atölyeleri gibi yaratıcılık gerektiren uğraşlarla ilgilenen 150 ‘den fazla şirket ve işletmeye ev sahipliği yapmaktadır.
Buradaki enfes Portekiz yemekleri sunan Cantina adındaki hoş ve sade restoran, 19. yüzyıldan beri fabrika işçilerinin oluşturduğu sayısız nesli doyurmakla yükümlü kantinin ta kendisidir.
6. Berghain – Berlin, Almanya
Berlin’in en özel gece kulübü olduğu iddia edilen ve Cuma geç saatlerden Pazartesi günleri son kişi kalana kadar süren partilerle ünlü olan devasa Berghain (adını sınırında bulunduğu Kreuzberg ve Friedrichshain’dan almıştır), görünüşünden de anlaşıldığı gibi bir zamanlar elektrik santraliydi.
18m yüksekliğinde bir tavana sahip, 1500 eğlence düşkünün rahatça sığabileceği dans pistinin çevresinde çelik ve betondan başka pek bir şey yoktur ve buradaki ‘Panorama bar’ da aşağıdaki dans çılgınlığını izlemek için mükemmeldir.
Berghain yaygın olarak tekno alt kültürünün Avrupa’daki ibadethanesi olarak kabul edilir ve hedonizmle ilişkilendirilen büyük bir üne sahiptir. İçeri girip bir arkadaşa bakmak istersen risk tamamen sana ait.
7. Haus des Meeres – Viyana, Avusturya
Kraliyet Hava Kuvvetleri’nin 1940’ta Berlin’e hava saldırısı düzenlemesinin ardından, Hitler şehri müttefik devletlerin hava tehdidinden korumak üzere uçaksavar kulelerinin inşa edilmesi emrini vermişti. Savaşın sonunda bu yapıların çoğu terk edildi veya yıkıldıysa da, bazıları yeni bir hayata kavuştu.
Yaratıcı yeniden kullanıma ilham verici bir örnek olarak, Viyana’da Esterhazy Park’ta yükselen bu kuvvetlendirilmiş beton yapı karanlık geçmişini arkasında bıraktı ve şimdi devasa bir halk akvaryumu olarak Haus des Meeres (Deniz Evi) adıyla hizmet veriyor.
Sen bir yandan renkli balık, kaplumbağa ve hatta köpekbalığı akvaryumlarını gezerken, egzotik kuşlar havada uçuşuyor, ipek maymunları çevrede özgürce zıplıyor ve yılanlar, kertenkeleler, timsahlar gözlem alanlarında tembellik ediyor… Bundan daha sıra dışı bir dönüşüm olabilir mi?
Kaynak: Momondo