İrili ufaklı birçok antik kentin bulunduğu Kilikya havzası bağrında halen keşfedilmeyi bekleyen binlerce yıllık gizler barındırıyor.
Dergide, bilgisayar başında işler her zamanki akışında seyrederken çalan telefonun bizi sıra dışı bir maceraya sürükleyeceğini kestirmek güçtü. Telefonun diğer ucundaki ses Torosları avucunun içi gibi bilen bir dosta aitti. Nefes nefese ve heyecanla Torosların derin vadilerinden birinde antik bir kent keşfettiklerini anlatıyordu. Bu tek cümle, Skylife olarak ertesi gün ilk uçakla Adana üzerinden soluğu Mersin’in Tarsus İlçesi’ne bağlı Çamlıyayla – Namrun Kalesi önlerinde almamıza yetmişti.
Yüz yüze görüşmelerde edindiğimiz detaylar bizi biraz endişelendirmişti açıkçası. Keşfedilen antik kente ulaşabilmek için Torosların ünlü Cehennemderesi Milli Parkı içinde yer alan ve geçişi hayli riskli bir kanyonu geçmemiz gerekiyordu. Daha önce yayınlanmamış, yörede dahi pek bilinmeyen bir yer bizi bekliyordu. Tabii, her güzel şeyin bir bedeli olacaktı. Çamlıyayla’da gerekli gıda maddelerini aldıktan ve uyku tulumu, yürüyüş ayakkabıları gibi yaşamsal malzemelerimizi son bir kez kontrol ettikten sonra milli parka doğru yola koyulduk.
Kamp Alanına Varış
Su çatı adı verilen, iki farklı koldan gelen ırmağın birleştiği noktada kamp yerimizi kurduk. Biz eşyalarımızı ciplerden çıkarana kadar asırlar boyunca yörede yaşayan deneyimli yörük rehberlerimiz kamp ateşini çoktan yakmışlardı. Odun ateşinde demlenen çayları içip yol yorgunluğumuzu bir nebze attıktan sonra, artık bizi bekleyen hedefe doğru ilerlemenin zamanı gelmişti. Önümüzde yaya olarak almamız gereken 12 kilometrelik bir yol vardı. Yolun yaklaşık beş kilometrelik bölümünde kimi yerde yetişkin bir insan boyuna ulaşan ve güçlü akıntıların olduğu bir ırmaktan geçilecekti.
Irmak dışındaki kısım ise sarp kayalardan, kuytu mağaralardan ve dar patikalardan geçmemizi gerektiriyordu. Türkiye’nin en zorlu kanyonlarından biri olan Cehennemdere Kanyonu işte böyle bir yerdi! Fakat bu zor koşulların ardında yatan muhteşem bir doğa ve keşfetmeyi düşündüğümüz antik kent kalıntıları tüm güçlükleri göğüslememizi sağlıyordu. Mavi sedirlerin baktıkça insana huzur veren görünümleri, zümrüt yeşili çam ağaçları tam bir görsel şölen sunuyordu.
Yabani dağ incirlerinin minik ama çok lezzetli meyveleri ise tatlı ihtiyacımızı fazlasıyla karşılıyordu. Susadıkça da içinde yürüdüğümüz ırmağın buz gibi suyunu içiyorduk. Doğanın koşulları ne kadar vahşi olsa da içinde bir denge barındırıyor. Sizi zorlayan su aynı zamanda susuzluğunuzu gideriyor. Sık ağaçlar, dikenli çalılıklar acıkan karnınızın sesini duyup, koynundan size minik lezzetler sunuyor. Sarp dağların dik yamaçlarındaki yaban keçilerinin uzaktan merakla bizleri izlediklerinden emindik. Ayağınızın bir an kaymasına yol açan kurumuş çam yaprakları arasından ara sıra çıkan yılanlar ise azmimize daha yakından tanık oluyorlardı.
Kırmızı Benekli Alabalık
Uzun ve zorlu kanyon boyunca ilerlerken verdiğimiz kısa molalardan birinde rehberlerimiz bulunduğumuz ırmakta kırmızı benekli alabalıkların yaşadığını söyleyince oldukça şaşırdık. Anadolu’ya özgü ve son derece nadir görülen bu endemik türün soyu tükenmekte olan canlılar listesinde olduğunu biliyorduk. Kanyondaki Cehennemdere, Cocakdere, Sivriseki ve Hörüdamı bölgelerinde bu türün kendine yaşam alanı bularak çoğalmakta olduğunu bilmek ekipteki tüm arkadaşlarımızı sevindiriyor.
Kayıp Kente Doğru
Zaman geçtikçe ve adım attıkça, görmeyi umduğumuz antik kente doğru yaklaşmaktaydık. Önü alınamaz bir merakla rehberlerimize daha ne kadar yol kaldığını sorup duruyorduk. Cevap ise her seferinde aynıydı: Az kaldı, dayanın! Bu cevabı üst üste defalarca duyunca artık soru sormayı bıraktık ve tüm gücümüzle yürümeyi sürdürdük. En son içimizden biri yine merakına yenilerek, ne kadar kaldığını sorunca aldığı cevap durulmakta olan heyecanımızı yeniden yükseltti. Çünkü bu sefer gelen cevap, bir kilometreden az kaldığı şeklindeydi.
Dağların Gizlediği Kayıp Kent
Altı-yedi saatlik zorlu bir yürüyüşün ardından işte sonunda antik kente ulaşmayı başarmıştık. Coşkuyla akan ırmağa oldukça yakın, sarp Toros Dağları’nın eteklerine kurulmuş bir kent vardı karşımızda. Neler yaşanmıştı burada? Acaba hangi uygarlıklardan izler taşıyordu burası? Sorular birbirini izliyordu. Dikkatimi çeken ise tüm ekip üyelerinin buldukları bir köşede kenti fetheden mağrur bir komutan edasıyla duruşlarıydı. Kısa bir soluklanmanın ardından etrafı keşfe başladık. Meraklı gözlerle kalıntılar arasında kentin gizlerini çözmemize yardımcı olacak ipuçları aramaya başladık. Kiremit parçaları, yarı işlenmiş desenli taşlar bulunduğumuz yerin tarihinin çok eski çağlara uzandığının birer kanıtıydı. Bir ara ekipte sesler yükselmeye başladı. Sesin geldiği yöne doğru hızla koşmaya başladık. Ulaştığımızda gürültü patırtının nedeni belli oldu. Karşımızda iki tane evin temeli duruyordu.
Keşfedilmeyi Bekleyen Kent
Temeller yuvarlak biçimliydi. Görünümleri bize Bodrum civarındaki ünlü yuvarlak Kar evlerini çağrıştırıyordu. Tahminlerimiz burasının da onlarla aynı kültür havzasından beslenen kayıp bir uygarlığa ait olabileceği yönündeydi. Zamanın yıpratıcılığına karşın bazı duvarlar hâlen ayaktaydı. Adeta zamana direniyor ve keşfedilip tanınmak istiyorlardı. Karşımızda belki Antik Grek, Roma ya da Bizans dönemine uzanan bir uygarlık merkezi vardı. Belki de insanlardan kaçıp, kendilerini tanrıya adayan keşişler yaşamıştı burada. Ortaçağın en tehlikeli hastalığı veba ve benzeri salgın hastalıklardan ya da korkunç bir istilacı ordudan kaçanlar da sığınmış olabilirdi.
Ulaşımın bu denli güç oluşundan dolayı bu ihtimalleri de göz önünde bulunduruyorduk. Kanyonu geçtiğimiz dönem dışında, özellikle bahar ve yaz aylarında ırmağın derinliği yer yer üç ilâ beş metreye çıkıyor, akıntı ise ağaçları kökünden sökecek kadar şiddetli oluyordu. Bu durumda antik kente ulaşımı kısıtlayan muazzam bir doğal engel oluşturuyordu. Uzaklardan gelecek davetsiz misafirlerin kanyonu silahları ve malzemeleriyle geçebilmeleri için sonbaharı beklemeleri gerekliydi. Ardından gelecek sert kış koşulları ise geri dönüşlerini olanaksız kılacağından kimse böyle bir maceraya girmeyi kolay kolay düşünmezdi herhalde. Yetkililerce yürütülecek bilimsel çalışmalar sonuçlanıncaya değin, ileri sürülen tüm bu varsayımlar, ekibimizin hararetli sohbetlerindeki iddialar olarak kalacak.
Öte yandan yüzeyin kubbemsi yuvarlaklığı altında kesinlikle önemli kalıntıların mevcut olduğunu fısıldıyordu bize. Ancak bu noktada yapabileceğimiz çok fazla bir şey yoktu. Yetkililere konuyu duyurup, bilimsel kazı çalışmalarının bir an önce başlatılmasını dilemek dışında tabii. Uğrunda çoğu işimizi erteleyip, bunca zahmete katlanıp geldiğimiz antik kent kalıntıları arasında yorgun ama mutluyduk. Çünkü başarmıştık.
Dönüş Zamanı
Zaferinin tadını çıkaran mağrur eski zaman askerleri gibi gezip, keşfettiğimiz ve fotoğraflarla dış dünyaya duyurmayı planladığımız kentten ayrılma zamanı gelmişti. Daha fazla zaman geçirmek kamp yerine ulaşmamızı risk altında bırakacaktı. Kanyon oldukça derin ve dar olduğu için Akdeniz’in cömert güneş güneşi, ışıklarını buradan çok erken almak zorunda kalıyordu. Rehberlerimizin çantalarından çıkarıp ikram ettikleri elmaları yerken onların bilgece uyarılarını da dikkate alıp dönüşe geçmiştik.
Kaynak: Skylife
2 Comments
Gerçekten yakın bana burası ama tam gezme fırsatım olmadı.
iyi güzel de, insan ne bulduğunuzu da görmek istiyor hani